İnsan Kendinden Gidemiyor...
İnsan kendinden gidemiyor... O yüzden en büyük cefası yine kendine oluyor ve yanında kendi olabildiği herkese de aslında kendi dünyasını yansıtıyor. Aslî niyeti olmasa da kendisi acı içerisinde olduğunda en yakınlarına da yaşatıyor bu acıyı.
Hele ki değersizlik hissi yüklüyse insan, kıyar kendine; dinlemez çığlıklarını, görmez buhranlarını, atmaz o gereken adımı, kaldırmaz sırtındaki o koca taşı, ayaklarındaki prangaları...
Amma velakin insan, kendinden vazgeçebilse de evlatlarına kıyamaz. 'Kendisi' onlara yansıyınca acır canı, sızlar kalbi. Bundan ötürü evlat, en etkili tekamül sebebi oluverir ve biz onlarla farkına varırız bir çok şeyin; zaaflarımızın, yaralarımızın, incinmişliklerimizin, o zamana kadar nerede olduğunu bilmediğimiz tüm duygularımızın... Ve yakinen görür insan eğer isterse, içinde bir anda kopan fırtınaların sebep olduğu tahribatı ve bu fırtınaya neyin, nelerin yol açtığını . Onlarla hemhal olur, büyür, olgunlaşır. Her yaşadığı ve yaşattığı acı da onu o farkındalığa götürmek içindir bilhassa. Vicdan rahatsız olur, sinyal verir. Tüm duygularımız ise bir amaçla, bize hizmet ve rehberlik etmek için var edilmişlerdir. Duyalım, üzerinde düşünelim ve anlayalım.
Keşkeye mahal yoktur. Gerek de yoktur. Güzel niyet, gelişme, değişme, dönüşme yönünde olan talep, duyarsızlığa evrilmezse eğer olgunlaşır insan. Geçmiş değişmez, yaşananlar yok olmaz ama biz onlarla ve de onlara rağmen 'kendimizin ve dünyanın **gerektiği** gibi olduğunu' idrak edip kendimizi var olduğumuz haliyle olabileceğimiz en iyisi olmaya teşvik ederiz. Kendimizden vazgeçmeden, hor görmeden, 'acımadan' olduğu hâli ile kucaklar şefkatle sever, ruhumuzun O'nun bir parçası olduğunu sıkça akledersek aydınlanır hayat bir çok şeyden bağımsız olarak. Yoksa 'kendini' kaybettiğine kanaat etmiş bir insan neyi kaybetmekten korksun ki?
BGM
15.04.2022